Hazırlık
MEKKE’DE GEZİLECEK YERLER
Uhud savaşı: Müslümanların ilk yenilgi yaşadığı bir savaştır. Kazanılacak olan savaşın okçuların tepeyi terk etmesi ile birlikte birden aleyhe döndüğü bir savaştır. Uhud savaşı bundan dolayı İslam tarihi açısından oldukça önemlidir. Okçuların yaptığı hata ise bundan sonraki savaşlar için ders niteliğinde olmuştur.
Uhud: Okçular tepesini terk eden sahabiler kimdi? Bilen, duyan, okuyan var mı aranızda?
Uhud Savaşı, 23 Mart 625 yılında gerçekleşmiş olan bir savaştır.
Uhud Savaşı, Müslümanların ilk yenilgi yaşadığı bir savaştır. Kazanılacak olan savaşın okçuların tepeyi terk etmesi ile birlikte birden aleyhe döndüğü bir savaştır. Uhud Savaşı, bundan dolayı İslam tarihi açısından oldukça önemlidir. Okçuların yaptığı hata ise bundan sonraki savaşlar için ders niteliğinde olmuştur.
Uhud Dağı’nın eteklerine gelince, düşmanın gelip dağın ön tarafına doğru konuşlandıklarını görünce, Efendimiz (s.a.v.) de en uygun bir şekilde askerlerini yerleştirmiş, stratejik bir konumu olan Ayneyn geçidine ise Abdullah b. Cübeyr komutasında elli okçu görevlendirmiş ve onlara şöyle talimat vermişti: “Ne şart ve durum olursa olsun asla burayı terk etmeyeceksiniz. Bizlerin cesetlerinin yaban kuşlar(akbabalar) tarafından parçalandığını görseniz bile yerinizi bırakmayacaksınız.”
Kureyşliler Medine’ye doğru hareket etti. Müslümanlar Kureyş ordusuna göre bir hayli az bir sayıya sahipti. Kureyş ordusu Müslümanlara doğru hücum etti. Müslümanlar bu ilk çarpışmada kayıp verse de Kureyş ordusunun kaybı daha fazlaydı. Kureyş ordusu ilk taarruzda verdiği kayıp ile birlikte toplu bir şekilde geri çekildi. Müslüman ordusu ise Kureyş ordusuna doğru hücum etti.
Müslüman ordusundaki tepeye yerleştirilen okçular ise erken davranıp tepeyi terk ettiler. Ardından ganimet toplamak için savaş alanına doğru gittiler.
Okçuların mevzilerini terk ettiğini gören bir takım Kureyş ordusu okçular tepesine doğru hareket etti. Ardından ganimet toplamaya koyulan Müslüman ordusunun arkasından şiddetli bir saldırı başlattılar. Müslüman ordusu artık iki taraftan da kıstırılmış bir vaziyette idi. Bunu gören ve geri çekilen Kureyş ordusu da geri dönerek Müslüman ordusuna hücum ettiler.
İslam ordusu bu saldırıda büyük kayıplar veriyordu. İslam ordusu komutanı olan Hz. Hamza ise burada ki bir mızrak darbesi ile birlikte hayatını kaybetti. Kureyş ordusu Müslüman ordusuna büyük kayıp verdirdi. İslam ordusu ise Uhud dağına doğru geri çekilmeye başladı. Bu savaşta Hz Muhammed (sav) yaralanmıştı. Müslüman ordusu ise Hz. Muhammed’i de alarak geri çekilmeye başladılar. Böylece bu savaşı okçuların tepeye terk edilmesi sonucunda Müslüman ordusu kaybetmişti.
Hac görevini ifa eden hacılarımız, umrecilerimiz Medine’de bulunan Uhut Şehitliği ve hemen yanında bulunan ve Uhut Savaşının yapıldığı alan ve Okçular Tepesini ziyaret ederler.
İşte bu ziyaretlerden birinde kafile başkanı hocamız Uhut savaşı hakkında bilgi verdikten sonra kendisini meraklı gözlerle dinleyen hacılara Uhut Dağı ve Okçular Tepesine uzun uzun bakarak sordu?
-Muhterem Hacılar Uhut Savaşında Müslümanların yenilmesinin sebebi Okçular Tepesinin terkedilmesi olmuştur. Şimdi size 10 puanlık bir soru soracağım.
⁃ Okçular Tepesini terk eden sahabeler kimdi?
Cevap yok..
Tekrar etti
-Okçular tepesini terk eden sahabeler kimdi?!!!
Sonunda cemaat mahcup bir şekilde;
-Bilmiyoruz hocam.. dediler.
İşte o an her birimizin beynini, kalbini titretmesi gereken şu kelamlar döküldü dilinden..
Okçular tepesini terk eden sahabeler kimdi?
İnanın bunu ben de bilmiyorum..
Aslında hiç kimse bilmiyor!
Bu asla İslam tarihinde de yazmaz..
Hatta o okçular kimdi öz çocukları da bilmez, hanımları da bilmez.
Çünkü Ashab-ı kiram kimseye söylememiş, saklamış!
Radiyallahu Teala Anhum Ecmain..
Ağızlarından bu konu hakkında hiçbir şey çıkmamış.
Hatta ve hatta yıllar sonra Cemel, Sıffın gibi hadiselerde birbirlerine ters düştükleri vakitlerde bile;
-Sen zaten Uhud’da da tepeyi terk etmiştin!” dememişler!
Orada dahi birbirlerini hataları ile vurmamışlar.
Ya Rabbi..
Bu nasıl bir ahlak..
Bizler Uhud’un aslında bir yenilgi değil zafer olduğunu yeni anladık..
Bu ne edeb…
Birbiri hakkında konuşmak için en ufak bir fırsatı kaçırmayan, hatta “amaan olanı söylüyorum, benim niyetim temiz” diye nefsini aldatıp ağzından akan kardeşinin ölü etinin kanlarını temizleyeceği en ufak bir fırsatı kaçırmayan bizlerin buradan alacağı çok ders var…!!
Rabbim bizlere ders almayı, ibret almayı nasip etsin…
31 Temmuz 2022 tarihinde yeni bir hicri yıla giriyoruz. Hicri 1444 yılına Muharrem Ayı ile Merhaba diyoruz. Yeni hicri yılınız mübarek olsun.
Cumanın selamı, rahmeti ve bereketi hepinizin üzerine olsun.
Hendek Savaşı: Uhud Gazvesi’nden sonra müslümanların, hem Kureyşliler’le hem de Medine ve Hayber’de yaşayan yahudilerle yaptığı üçüncü savaştır. Selmanı Farisinin önerisi üzerine savunma taktiği ile hendek kazarak düşmanın içeri girmesini engellemişlerdir. Müslümanlar Hendek Gazvesi’nde büyük sıkıntılara mâruz kalmış ve kalabalık düşman ordusu karşısında endişeye kapılmışlardı. Hiçbir olayda namazını geçirmeyen Hz. Peygamber’in kuşatma sırasında öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını geceleyin hep birden eda etmek zorunda kalması onun ve ashabının çok zor şartlar altında mücadele verdiklerini gösterir. Allah bir rüzgâr ve görülmeyen ordularla düşmanları darmadağan etti. Bunun neticesinde Kureyşli kafirler, Uhud’dan sonra, Suriye’ye giden kervanlarının güvenliğini sağlamak için Medine çevresini topraklarına katma arzusunu gerçekleştiremedikleri gibi Uhud’da elde ettikleri kısmî başarılarını da bir sonuca bağlayamamışlardı.
Kıbleteyn Mescidi: Medine’de peygamber efendimiz tarafından yaptırılan ve namaz sırasında kıblesinin değiştiği için iki kıbleli mescit olarak da adlandırılan mescittir. Kabe Hz. Adem’den beri kıble idi. Hz. İbrahim ve onun dinine tabi olan hanifler de Kabe’ye yönelerek ibadet ediyorlardı. Peygamber Efendimi’in Mirac’ında namazın farz kılınmasıyla birlikte Mescid-i Aksa’ya tahvil edildi. Bu hicretin 16. ayın kadar böyle devam etti. Ancak Efendimiz, Kabe’ye yönelerek ibadet etmeyi arzuluyordu. Özellikle Medine’de bir kısım Yahudilerin “Muhammed ve ashabı hem bizim dinimize inanmıyorlar, hem de bizim kıblemize doğru ibadet ediyorlar…” gibi alaycı sözleri üzerine Rasulullah Allah’tan kıblenin değiştirilmesini temenni ederek, bazen yüzünü semaya çevirip bu hususta gelecek haberi bekliyordu. Bir müddet sonras gelen vahiyde Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur; “Biz, kıblenin değişmesini talep ederek yüzünü semaya çevirdiğini görüyoruz. Şimdi sıra razı olacağın kıble (Kabe)ye döndüreceğiz. Artık yüzünü hemen Mescid-i Harem tarafında çevir. Siz de ey inananlar nerede olursanız olun yüzlerinizi ona doğru çevirin” (Bakara:144). Bu esnada Rasullah Seleme Oğulları mahallesinde öğle veya ikindi namazının üçünü rekatında bulunuyordu. Namazı bozmadan cemaatle birlikte kalan iki rekatı Kabe istikametine yönelerek kılmışlardır. Bu hadisenin anısına buraya mescid yapılarak adına “Mescid-i Kıbleteyn”, “İki Kıbleli Mescid” denilmiştir.
Kuba Mescidi veya Mescid-i Kubâ: İslam Peygamberi Hz. Muhammed sav Mekke‘den Medine‘ye hicret ederken konakladığı Kubâ‘da inşa ettirdiği, inşaatında kendisinin de bizzat çalıştığı İslam‘da inşa edilen ilk mescit. Kubâ Mescidi’nde namaz kılmayı umreyle eşdeğer gören[2] Peygamberimiz sav, Medine’de bulunduğu zaman cumartesi, bazen de pazartesi günleri ve Ramazan‘ın 17. günü Kuba Mescidi’ne giderek namaz kılar.
Cin Mescidi: Cinlerin Hz. Peygamber (s.a.s.)’den Kur’ân-ı Kerim dinleyerek iman edip kendisine biat ettikleri yer olarak ifade edilen mahalde Cin Mescidi adıyla bir mescit bulunmaktadır. Bugün burada bulunan mescidin yerinde daha önce eskiden yapılmış bir mescit bulunmaktaydı. Bu mescidin de tarih boyunca pek çok defa yenilendiği anlatılmaktadır. Rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (s.a.s.), yanına Abdullah b.Mesud (r.a.)’u alarak bu mescidin olduğu yere gelir. Bir daire çizer. Abdullah b. Mesud’dan onun dışına çıkmamasını ister. Cinler burada Allah elçisini dinlerler, ona biat ederler ve Müslüman olurlar.
Bu mescidi ziyaret etmek de ibadetin bir parçası değildir. Ancak burayı ziyaret eden Müslüman kendisine yol gösterici olarak verilmiş bulunan Kur’ân-ı Kerim’in, görünen ve görünmeyen idrak sahibi varlıkları nasıl etkilediğini ve bu büyük kılavuzu idrak sahiplerine ulaştırmak için ne denli gayret sarf etmesi gerektiğini düşünmelidir.
Şecere Mescidi: Mescid-i Cin’in hizasında bir mesciddir. Peygamber Efendimiz Mescid-i Cin’in bulunduğu yerde cinnilerden gelen bir heyetle görüşmüştür. Peygamber Efendimiz değişik zaman ve mekânlarda cinlere vahiy tebliğ etmek için Kur’ân-ı Kerim okurdu. Bir gün Abdullah b. Mes’ûd’la birlikte Hacûn yakınlarında bir yere gittiklerinde toprağa bir çizgi çekerek ondan bunu aşmamasını istemiş ve çizginin ilerisinde cinlere Kur’ân-ı Kerim okumuştur. Bu hususu İbn-i Mes’ud Hz. Şöyle anlatıyor: Cinler Peygamber Efendimiz’e; “Senin, Allah’ın Rasülü olduğuna kim şahitlik eder?” diye sordular. Yakınlarında bir sakız ağacı vardı. Peygamber Efendimiz o ağaca işaret ederek; “Şu ağacı gördünüz mü? O şahitlik ederse iman eder misiniz?” Cinler “Evet iman ederiz” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz ağacı çağırdı, ağaç dallarını budaklarını sürükleyerek geldi; “Benim Allah’ın Rasülü olduğuma şehadet eder misin?” diye sordu. Ağaç: “Şehadet ederim ki sen Allah’ın Rasülüsün” dedi. O ağacın bulunduğu ve bu mucizenin tahakkuk ettiği yere mescid yapıldı.
Raye Mescidi: Mekke’nin doğusunda Cübeyr b. Mut’ım’a nisbet edilen kuyunun yanında Mescid-i Cin’in güneyindedir.
Mekke’nin fethi günü Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sancak dikerek iki rek’at namaz kıldığı yerde inşa edilmesi sebebiyle bu adla anılmıştır.
Bu yer Abbasîler’in ilk yıllarında mescid haline getirilmiş, Mu’tasım-Billâh tarafından tamir ettirilmiştir.
Kaynak: Diyanet İşleri, Kutsal Topraklar Rehberi
MESCİD-İ ZÜLHULEYFE (MÎKÂT MESCİDİ)
Zülhuleyfe, Medine yönünden Mekke’ye gideceklerin ihram yeri (mîkât) olarak Peygamber Efendimiz tarafından belirlenmiştir. Bugün Hz. Ali’ye nisbetle “Âbâr-ı Ali” (Ebyâr-ı Ali) adıyla anılan Zülhuleyfe’deki bu mescidin Mescid-i Nebevî’ye uzaklığı yaklaşık 11 km.dir. Medine’nin güneybatı sınırı buraya kadar ulaşmıştır. Rasülüllah Efendimiz daha önce iki umre yolculuğunda yaptığı gibi, Vedâ Haccı sırasında da Zülhuleyfe’de geceleyerek semûre adlı bir ağacın altında namaz kılmıştır. Bundan dolayı buraya Mescid-i Şecere adı da verilir. Peygamberimizden sonra Medine’den Mekke’ye gidenler burada ihrama girmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanından itibaren inşa edildiği bilinen mescide onun namaz kıldığı yer, yakın zamana kadar belirgin hale getirilerek muhafaza edilmişti. Sonraki dönemlerde çeşitli tamiratlar geçiren Mescid-i Zülhuleyfe, Melik Fahd zamanında yeniden inşa edildi ve çevresi umre ve hac ihramına girmek için buraya geleceklerin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde modern bir tarzda düzenlendi
Hz. Muhammed sav doğduğu ev: Âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimiz, miladi 571 yılı Nisan ayının 20’sine isabet eden Rabîu-l Evvel ayının 12’nci Pazartesi gecesi tan yeri ağarırken Mekke’de şu an kütüphane olarak kullanılan evde dünyayı şereflendirdi. Ebû Tâlib mahallesinde bulunan bu ev, Efendimiz’inbüyük dedesi Hâşim b. Abdümenâf’a aitti. Onun vefatıyla oğlu Abdülmuttalib’e miras kalan ev, Abdülmuttalib’in mallarını çocukları arasında taksim etmesi sırasında Abdullah’a düşmüş, ondan da Hz.Muhammed’e (S.A.V) intikal etmişti. Peygamber Efendimiz hicretleri esnasında bu mübarek evi Hz. Ali Efendimiz’in kardeşi Akil bin Ebi Talib’e teslim etmişti.
CEBEL-İ EBÛ KUBEYS
Kâbe’nin yaklaşık 100 m. doğusunda, Safâ tepesinin üzerinde 420 m. yükseklikte şerefli bir dağdır. Bugün üzerinde otel bulunan mahaldir. Ebû Kubeys Dağı İslamiyet öncesinde de halkın mukaddes yerlerdendi. Mekke’nin âbid ve zâhidleri buraya çıkarak itikâfa çekilirdi. Rasülüllah Efendimiz Tâif’ten üzgün bir şekilde Mekke’ye dönerken kendisine gelen melek Ebû Kubeys ile Kuaykıân 1 dağlarını göstererek “Eğer bu iki dağı Mekke’lilerin üzerine birleştirmemi istersen yapayım” deyince Efendimiz; “Hayır; ben Allah’ın bu müşriklerin soyundan yalnız O’na kulluk eden ve kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseler çıkarmasını isterim” buyurmuştur. 2 Ebû Kubeys adının verilmesi: a) Hz. Âdem’in ilk ateş parçasını (kabes) bu dağdan aldığı için, b) Hacerülesved’in buradan alındığı için, c) İyâd veya Mezhic kabilesinden biri burada bir bina yapma teşebbüsünde bulunduğu için. Tarihte birçok hadiseler cereyan etmiştir: a. Nuh Tufanı’ndan Hz. İbrahim (a.s.) zamanına kadar Hacer-i Esved bu dağın zirvesinde muhafaza edilmiştir. b. Kamer suresinde zikredilen Şakul Kamer (ayın ikiye yarılması) mucizesi bu dağın üzerinde tahakkuk etmiştir. Bunun hatırasına Mescid-i İnşikâku’l-kamer adı verilen bir mescid yapılmıştır. Mescid-i Haram’ın en son genişletilmesi sırasında bu mescid ortadan kaldırılmıştır. c. En meşhur kavle göre Hz. İbrahim Allah’ın, “insanlar arasında haccı ilan et” 3 emri üzerine bu dağın zirvesinden insanları hacca davet etmiştir. d. Âdem (a.s.) vefat edince buraya defnedilmiştir. e. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) burada namaz kılmış, namaz kıldığı arsaya mescid bina edilmişti. f. Hz. Bilal-i Habeşi Mekke’nin fethinde burada ezan okumuştur. Ebû Kubeys dağının üzerinde 1980’li yıllara kadar varlığını sürdüren, Hz. İbrahim’in haccı buradan ilan etmesinin ve Hz. Peygamber’in namaz kılmasının hatırası için yaptırılan “İbrahim Mescidi” vardı. Bu mescidi Mekkeliler Bilal-i Habeşi Mescidi adıyla da anarlardı. Daha sonra Ebû Kubeys’in tamamı istimlâk edilerek üstüna saraylar, altına da Harem-i Şerif’i Aziziye ve Mina’ya bağlayan tüneller inşa edildi
CENNET-ÜL MUALLÂ
Cahiliye döneminden bugüne kadar Mekke Mezarlığı olup Harem-i Şerif’in yaklaşık 2 km. kuzeyinde olan bir kabristanlıktır. Mescid-i Cin yakınında bulunan bu yer, İslam öncesinde ve ilk dönem İslam tarihlerinde Hacûn diye geçmektedir. Cennetü’l-Muallâ kabristanını ikiye bölerek batıya doğru, el-Atibiye mahallesine giden yolun rampasına Seniyyetü’l Hacûn denir. Mekke’nin yukarı kesiminde bulunan bu yer zamanla Ma’lât adıyla anılmaya başlanmış; mezarlık da Makberetü’l-Ma’lât adıyla meşhur olmuştur. Rasülüllah Efendimiz Mekke kabristanını göstererek; “Bu kabristan ne güzeldir” buyurmuştur. 1 Medine’deki Bakî Mezarlığı’nın Türkler arasında “Cennetü’l-Bakî” olarak anılmasından dolayı Mekke’deki bu mezarlığa da “Cennetü’l-Muallâ” denilmiştir. Burada müminlerin annesi Hazreti Haticetü’l Kübra (r. Anhâ)’nın mübarek kabirleri, sahabe-i kiram, tabiin ve salihinden birçok kimselerin kabirleri vardır. Abdullah İbn-i Zübeyr (r.abhüma), Hz. Ebu Bekr’in büyük kızları Esmâ (r.anhâ), yine Hz. Ebu Bekr’in oğlu Abdurrahman (r.a.), Abdullah İbn-i Ömer (r.a.), Osman bin Talhâ (r.a.) hazretleri gibi sahabei kiramın büyüklerinden birçok zatların kabirleri de buradadır. Ayrıca Hz. Peygamber’in oğulları Kâsım ile Abdullah’ın kabirleri de buradadır. Hz. Hatice (r.anhâ), hicretten üç yıl kadar önce vefat etmiş. Kabrine bizzat Peygamberimiz indirmiş ve vefatına çok üzülmüştür. Zira Hz. Hatice Validemiz, Peygamberimiz’e ilk ima etmiş, en büyük maddi ve manevi destekçisi olmuş, peygamberimizin yedi çocuğunun altısı Hz. Hatice’den doğmuştur. Hz. Hatice validemizin açık kerameti olarak rivayet edilir ki; her hangi bir kadın, bir şeyde aciz kalıp da onun türbesine gidip, O’nu vesile kılarak Allah’tan yardım talep etse, her halde maksadına ulaşarak döner.
günümüzde Arafat’ın dokuzuncu yolundan Seylülkebîr’e giderken hudut levhalarını geçtikten sonra Tâif yoluna doğru 5. kilometre’de sağda yer almakta ve Yeşil Vadi adıyla bilinmektedir
SEVR DAĞI VE MAĞARASI
Mescid-i Haram’ın güney cephesinde, takriben 4 km. uzaklıkta, Arafat yolu üzerindedir. Dağın eteği ile zirvesi 458 m, takriben 1,5 saatte yaya çıkılabilen bir mesafedir. Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Ebu Bekr-i Sıdık (r.a.) ile hicret ederken bu mağaraya girerek 3 gece kaldılar. Mağaraya önce Hz. Ebu Bekir girerek zararlı bir şey olup olmadığına bakmış, sonra da Rasülüllah Efendimiz girmiştir. Burada kaldıkları sürece Hz. Ebu Bekr’in oğlu Abdullah, gündüzleri müşriklerin arasında dolaşıyor, geceleri malumat getiriyordu. Kölesi Amr ibn-i Füheyre ise o civara koyunları sürüyor, hem Abdullah’ın izlerini kaybettiriyor ve hem de süt ikram ediyordu. Bu mağarada üç mucize sudur etmiştir:
1- Hz. Ebu Bekir’in ayağını yılan sokmuş, Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.) mübarek tükürüklerini sürmüş, o anda acısı geçip şifa bulmuştu.
2- Onlar içeri girdikten sonra Allah’ın emriyle mağaranın ağzına örümcekler ağ germiş ve güvercinler yuva yapmışlardı.
3- Müşrikler mağaranın önüne kadar gelmişler, içlerinden biri aramak istemiş, Ümeyye bin Halef ona; “Orada ne işin var, aklını mı yitirdin? Orada Muhammed doğmadan örümcekler ağını germiş, kuşlar yuva yapmış” deyince mağaraya girmekten vaz geçtiler. Hz. Ebu Bekir; “Müşrikler mağaraya yaklaştıkları zaman ayakları görülüyordu. Dedim Ki: “Ya Rasülallah, başlarını eğseler bizi görürler.” Peygamberimiz (s.a.v.) : “Sus ya Ebâ Bekr, bu ikinin üçüncüsü Allah’tır” buyurdu. Efendimiz (s.a.v.) Cuma, Cumartesi ve Pazar gecelerini orada geçirdi. Üç gün üç gece mağarada gizlenmeleri, tedbir içindi. Müşrikler, onların Mekke civarından uzaklaşmış olduklarına kanaat getireceklerdi. Üç gün sonra, daha evvel kararlaştırıldığı üzere kılavuz olarak tutulan Abdullah b. Üreykit de, kendisine teslim edilen iki deveyle birlikte kendi devesi de yanında bulunduğu hâlde Pazartesi günü seher vakti Sevr Dağının eteğine geldi ve Medine-i Münevvere’ye doğru sahil yolundan hareket edildi
MÜZDELİFE
Müzdelife: Arafat ile Mina arasında, Harem sınırları içerisinde, Arafat Vakfe’sinden sonra ikinci vakfenin yapıldığı mukaddes yerdir. Toplam alanı 963 hektar olan ve günümüzde sınırları işaret levhalarıyla belirlenen Müzdelife, Mekke-i Mükerreme’ye 13 km. mesafededir. Peygamber Efendimiz, Veda haccında Arafat Vakfe’sinin ardından Müzdelife’ye gelip Kuzah tepesine yakın bir yere inerek yatsı vaktinde akşamla yatsı namazını birleştirerek kıldırdı.
Müzdelife: İzdilaftan, yakınlık ve toplanmak manasına gelir. Bu adın verilmesi Hac mevsiminde Arafat’tan inen insanların toplanarak zikir, dua ve vakfe ile Allah’a yaklaşmaları sebebiyle, Bu yerin Allah’a yaklaştırmasından dolayı verilmiştir
Yine Müzdelife: Hz. Âdem ile Hz. Havva Validemizin Arafat’tan sonra zifaf oldukları (buluştukları) yerdir. İnsanların toplanıp bir araya geldikleri, Akşam ve yatsı namazları yatsı vakti girdikten sonra birlikte kılındığı için “toplanma, bir araya gelme” anlamında Cem’ diye de adlandırılmıştır
Ayrıca bazı âlimler Kur’ân-ı Kerim’de; فإذا أفضتم من عرفات فاذكرواالله عندالمشعرالحرام “Arafat’tan indiğiniz zaman Meş’ari Haram yanında Allah’ı zikredin” ayet-i kerimesinde geçen “Meş’ari Haram” ile Müzdelife’nin kastedildiğini söylemişlerdir. Diğer bazıları da bunun Müzdelife’de Peygamber Efendimiz’in vakfe yaptığı Kuzah Tepesi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Müzdelife’de Kuzah Tepesinin yanında Mescid-i Meş’ari Haram (Mescid-i Âdem) isminde bir mübarek mescid vardır.
ARAFAT
Arafat dağıdır bizim dağımız Orda kabul olur dualarımız (Y. Emre) Mekke-i Mükerreme’nin 25 km. güneydoğusunda, Taif yolu üzerinde düz bir alan olan Arafat, haccın en önemli rüknü olan vakfenin yapıldığı yerdir. En uç noktaları arasında doğudan batıya 6,5 km, kuzeyden güneye 11-12 km uzunlukta olan bu sahanın tamamı 13,68 km2’dir. Bu mübarek mevkiye “Arafat” denilmesi; bilmek manasındaki marifetten gelip; Hz. Âdem ile Havva Validemiz yeryüzüne indikten uzun zaman sonra birbirlerine kavuşup birbirlerini tanıdıklarından, Cibrîl-i Emin İbrahim (a.s.)a hac menâsikini burada tarif ettikten sonra عرفت هل ( ) “bildin, öğrendin mi?” deyince İbrahim (a.s.) da ( عرفت ) “bildim, öğrendim” dediği içindir. Diğer bir rivayete göre ise, Arafat itiraftan gelir. İnsanlar burada Cenab-ı Hakk’ın yüceliğini, azametini, kendilerinin acizliğini itiraf ederler. Nitekim Hz. Âdem ve Havva anamız Arafat’ta şöyle yalvardılar: ربنا ظلمنا أنفسنا وإن لم تغفر لنا وترحمنا لنكونن من الخاسرين “Ey Rabbimiz! Biz nefislerimize zulmettik. Eğer sen bizi bağışlamaz, bize acımazsan biz perişan olanlardan oluruz.” (A’râf, 23) Bu yalvarmalarına mukabil Allâh-ü Teâlâ “şimdi kendinizi bildiniz” manasına ( عرفتم ) buyurdu. Dünyanın dört bir tarafından gelen insanların atalar Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın yaptıkları gibi burada birbirleriyle görüşüp tanışmaktadırlar. İnsanlar günahlarını itiraf ederek, Allah’tan af dileyerek kulluklarını ve çaresizliklerini arz etmeleri, af dileyenlerin af edilmelerinden sonra günah kirlerinden temizlenip Cenâb-ı Hakk katında güzel bir kokuya (Arf) sahip olmaları sebebiyle bu adın verildiği de söylenmiştir. Mekke tarihiyle ilgili eserlerde zikredildiğine göre Arafat’ta bahçeler, arefe gününde Mekkelilerin gelip kaldığı güzel mekânlar mevcuttu. Zaman içinde bunlardan eser kalmamış. XX. Asrın ikinci yarısından itibaren ciddi bir ağaçlandırma projesi uygulamaya konularak Arafat yeşil bir mekân olma özelliğini yeniden kazanmıştır. Bunun yanı sıra çeşitli tesislerle hacıların Müzdelife’ye dönüşünü kolaylaştırmak için Arafat’ı buraya bağlayan dokuz ayrı otoyol yapılmıştır.
CEMERÂT
Hacıların kurban bayramı günlerinde Mina’da attıkları küçük taşların her birine ve bu taşların atıldığı üç ayrı yere cemre denir (cem’i: cemerât) Mina tarafından sırayla şunlardır: Birinci Cemre (küçük şeytan): Şeytanın İbrahim (a.s.)’a üçüncü olarak görülüp taşlandığı yerdir. Bayramın birinci günü, 1. ve 2. şeytana taş atılmaz. İkinci cemre (orta şeytan): Şeytanın İbrahim (a.s.)’a ikinci olarak görülüp taşlandığı yerdir. Üçüncü cemre (Cemretü’l Akabe “Büyük Şeytan”): Şeytanın İbrahim (a.s.)’a birinci olarak görülüp taşlandığı yerdir. Bayramın birinci günü yalnız büyük şeytan taşlanır, durup biraz dua yapılır. 1 Birinci cemre ile orta cemre arasında 156,40 m., orta cemre ile Akabe cemresi arasında 116,77 m. mesafe bulunmaktadır. Hz. İbrahim’in Kâbe’nin inşasını tamamladıktan sonra Cebrail (a.s.)’ın yol göstermesiyle ilk haccını yaptığı ve oğlu İsmail (a.s.)’ı kurban etmeye götürdüğü sırada kendisini Allah’ın emrini yerine getirmekten alıkoymak isteyen şeytanı bu üç yerde taşladığı rivayeti hadis kitaplarında yer alır. 2 Peygamber Efendimiz de Veda Haccı sırasında bu cemrelere taş atmış ve özellikle bu esnada hac ibadetinin yapılış şeklinin kendisinden öğrenilmesini istemiştir. 3 Şeytan Taşlama Sahih hadislerde bu uygulamanın İbrahim (a.s.)’ın sünnetine dayandığı açıkça belirtilir ve sembolik olarak şeytanın taşlandığına vurgu yapılır. “Şeytan Taşlama” diye adlandırılan bu atışlar, Hz. İbrahim’in şeytanı taşlamasının hatırasını yaşatmakta ve insanları daima günaha sokmaya çalışan şeytana karşı bir tür tepki ve direnmeyi temsil eder. Mina’da cemrelerin yeri, İslamiyet öncesinden itibaren işaret taşları ile belirlenmişti. Ancak XIX. yüzyıla kadar cemrelerin etrafında taşın düşüş mesafesini sınırlandıran bir işaret veya ihata duvarı yoktu. 1875 yılı başında Cemretü’l-akabe’nin çevresine demir parmaklıklar yapılmış, bu şekilde cemreye fazla yaklaşmaktan doğabilecek izdiham önlenmek istenmiştir. Ancak halk tarafından taş atılacak mekânın genişletildiği şeklinde anlaşılabileceği endişesiyle bu parmaklıklar bir yıl sonra kaldırılmış ve her üç cemrenin etrafına taşların düşeceği yeri belirleyen havuz biçiminde duvarlar inşa edilmiştir. 1975’te cemrelerin bulunduğu mevki, izdihamı önlemek için 40 ilâ 80 m. eninde ve 1 km. boyunda bir yolla iki katlı olarak yeniden düzenlenmiş, zaman zaman olduğu gibi 2005 yılında da birçok hacının izdihamdan ölmesi üzerine cemrelerin yeri yeniden düzenlenerek taş atış yolunun dört katlı olarak yapılmasına başlanmıştır.
NUR DAĞI VE HİRA MAĞARASI
Cebel-i Nur: Mekke-i Mükerreme’nin kuzey doğusunda, Mescid-i Haram’a yaklaşık 5 km. mesafede, içinde Peygamberimiz’e ilk vahyin geldiği mağaranın da yer aldığı dağdır. Cebel-i Nur (Nur Dağı) diye anılması, insanlara en doğru yolu gösteren vahiy nurunun bu mağaraya inmesi sebebiyledir. Gâr-ı Hıra: Cebel-i Nûr’un zirvesinin 20 m. kadar aşağısındadır. Rasülüllah Efendimiz’e ilk vahyin geldiği yerdir. Mağaranın uzunluğu 3 m, genişliği 1,30 m, yüksekliği 2 m.dir. Bu mağaranın Efendimiz’in hayatında çok ayrı bir yeri vardır. Burası mağara olarak anılmakla birlikte aslında üst üste yığılan kaya blokları arasında kalmış iki tarafı açık, sivri tonozlu tünele benzer şekilde gayri muntazam bir boşluktan ibarettir. İçerideki boşluk, bir kişinin başı tavana değmeyecek şekilde ayakta durabileceği kadar yükseklikte ve yere uzanabileceği kadar genişlik ve uzunluktadır. Mekke-i Mükerreme’de Hz. İbrahim’in tebliğ ettiği dine tabi olan bazı kimseler (Hanif) Recep ve Ramazan gibi aylarda burada inzivaya çekilirlerdi. Hz. Muhammed’in dedesi Abdulmuttalib de bunlardan biriydi ve zaman zaman Hira’daki mağaraya çekilip kendini ibadete verirdi. Efendimiz (a.s.) da muhtemelen otuz beş yaşlarında iken Ramazan aylarında dedesinin inzivaya çekildiği bu mağaraya gidip-gelmeye başladı. Hira’dan her inişinde evinden önce Mescid-i Haram’a giderek Kâbe’yi tavaf etmeyi âdet edinmişti. Hicretten önceki Tâif yolculuğu dönüşünde de Rasül-ü Ekrem, Mekke’ye girebilmek için himayesine sığınabileceği bir kimse ararken Hira Mağarası’nda beklemişti. Peygamber Efendimiz 39 yaşında sadık rüyalar görmeye başlamıştı. Son 6 ayda tamamen şehirden, evlerden ve insanlardan uzak bu mağarada tefekkür ile meşgul oluyordu. Nihayet 40 yaşına bastığı Miladi 610 yılı Ramazan ayının 17’sinde, daha önce hiç karşılaşmadığı Cebrail (a.s.) ilk defa Hira Mağarası’nda iken ilk vahyi getirmişti. Cibril-i Emin bütün ufku kaplamış ve bir taht üzerinde oturmuş halde Rasül-ü Ekreme aslî suretinde görünmüş; “Ya Muhammed! Ben Cebrail’im, sen de Allah’ü Teâlâ’nın peygamberisin” dedikten sonra Alak suresinin ilk beş ayetinden oluşan ilk vahyi getirmiştir. Bu suretle Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.) peygamberlikle vazifelendirilmiş oldu. Bu vahiy de Gâr-ı Hıra’da gelmiş oldu. Rasülüllah Efendimiz’in Hira’da geçirmiş olduğu inziva hayatının ve peygamberlik görevinin burada başlamasının hem şahsı, hem de Müslümanlar için önemi büyüktür.
DÂR-UL ERKÂM
Sahabe-i Kiramdan İbn-i Erkâm (r.a.) hazretlerinin evidir. Peygamberimiz (s.a.v.) Müslümanların adedi 40 oluncaya kadar, yani Hz. Ömer İbn-i Hattâb hazretleri Müslüman oluncaya kadar, Dâr-ul Erkam gizli olarak islama davet merkezi olarak kullanılmıştır. Dâr-ul Erkam Safâ’ya yakın bir yerdedir. Safâ’ya yakın kapılardan birinin adı da Erkam’dır. Safâ’nın şark tarafından 36 m. şu an elektrikli merdivenin başladığı yeri takip eden mekândır. Bu mekân Hicri 171 senesinde mescid olarak yapılmış, Hicri 1375 senesine kadar bütün Müslümanlar hürmet göstermişler. Bu tarihte Mescid-i Haram’ı genişletmek maksadı ile yıkılmıştır.
MESCİD-İ ÂİŞE
Harem-i Şerif’e 6 km. mesafede, Medine tarafından harem hududu olan Tenim’dedir. Hz. Âişe veda haccında peygamberimizle beraber haccetti. Özrü sebebiyle umre yapamamıştı. Medine’ye dönecekleri zaman Peygamber Efendimiz’e; Ya Rasülallah! İnsanlar hac ve umre ile dönüyor, ben ise umreden mahrum oldum” dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kardeşi Abdurrahman (r.a.) hazretleri ile beraber umre yapmak için Tenim’e gönderdiler. Orada ihramlanıp, iki rekât ihram namazı kıldılar. Bunun için orada yapılan mescide, Mescid-i Âişe ismi verilmiştir.
MESCİD-İ CÎRÂNE
Bu mescid-i şerif Mekke-i Mükerreme ile Tâif arasındadır. Peygamberimiz (s.a.v.) hazretleri, hicretin sekizinci yılında Tâif’in fethinden dönerken Zilkade ayının on ikinci Çarşamba günü burada umre için ihrama girmiştir. Bu mübarek yerden yetmiş peygamberin ihram giyip umre yaptıkları peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz’den nakil olunmuştur.
HİCRİ İİSMAİL: Kâbe’nin kuzeybatı duvarının önünde iki ucu Rüknüşşâmî ile Rüknülırâkî’den 2 m. kadar mesafede olan ve “hatîm” adı verilen yarım daire şeklinde 1,31 m. yüksekliğinde duvarla çevrili olan ve Kâbe’den ayrılmış olmakla birlikte onun bir parçası olan kısma “Hicr” veya “Hicru İsmâil” adı verilir.
Burası başlangıçta Kâbe’ye dahil idi ve 605 yılındaki yeniden inşası esnasında Mekkeliler ellerindeki malzemenin, Hz. îbrâhim’in temelleri üzerine yapılacak inşaatı tamamlamaya yetmeyeceğini anlayınca binanın daha küçük tutulmasına karar verdiler; Hicr adı verilen yeri göğüs hizasında bir duvarla (Hatîm) çevirerek Kâbe’nin dışında bıraktılar ve Kâbe’den olduğu anlaşılsın diye burayı taşla döşediler. Nitekim Hz. Âişe -radıyallâhu anhâ-, Kâbe’ye girip namaz kılmak istediğini söylediğinde Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in onu elinden tutarak Hicr’e soktuğu, “Kâbe’ye girmek istersen burada namaz kıl, çünkü o Kabe’den bir parçadır” buyurduğu bilinmektedir (Tirmizî, “Hac”, 48; Nesâî, “Hac”, 128).
Emevîler’den iktidara gelen Yezîd b. Muâviye’ye biat etmeyerek Hicaz’a 9 yıl 22 gün hâkim olan Abdullah b. Zübeyr burayı Hz. İbrâhim -aleyhisselâm-‘ın temellerini esas alarak Kâbe’ye dahil etti (684). 692 yılında Mekke’ye girerek Abdullah b. Zübeyr’i ortadan kaldıran Haccâc b. Yûsuf, Halife Abdülmelik b. Mervân’ın onayını alarak Hicr’i tekrar eski haline getirdi.
MAKMI İBRAHİM: Mescid-i Harâm’ın içerisinde Kâbe’ye yaklaşık 15,40 m. uzaklıkta, üzerinde İbrahim -aleyhisselâm-’ın ayak izleri olarak kabul edilen 1 cm. arayla iki çukurun bulunduğu ve Kâbe’nin inşası sırasında İbrahim -aleyhisselâm-’ın üzerine çıkıp iskele olarak duvar örmek ve insanlan hacca davet etmek için kullandığı taşa “Makâm-ı İbrâhim” adı verilir. Çok hafif san ve kırmızı kanşımı beyaza yakın bir rengi olan taşın kalınlığı 20 cm. olup kenar uzunluklanndan biri 38, diğerleri 36’şar santimetredir.
MÜLTEZEM: Allah Resûlü (s.a.s.)’nün de Mültezem’e gelerek göğsünü, yüzünü ve ellerini açıp oraya yapıştığı ve o şekilde dua ettiği rivayet edilmektedir. Mültezem’de yapılacak duaların kabul edileceği rivayetlerde yer almaktadır. Buranın fazileti hakkında pek çok rivayet var-dır.
Öteden beri bazı kişiler gözyaşları içerisinde Mültezem’e yapışarak dua ederler. İster Kâbe’nin kapısına veya eşiğine, isterse Kâbe’nin duvarlarına veya örtüsüne sarılarak ağlasın, kişinin ağlaması, en içten duygularla Mevla’ya yakarması, tıpkı yaramazlık yapıp da annesine kendisini affettirmek için gözyaşları döken çocuğun durumuna benzer. Anne onu önce kabul etmese de, eteğini bırakmayan yavrusuna sonunda yü-reği dayanamaz ve affeder, kucaklar, bağrına basar.
Acaba merhametlilerin en merhametlisi olan Allah, Kâbe’sinin etek-leri etrafında defalarca tavaf eden, evinin perdelerine sarıl-mış ve bütün benliğiyle “Hatalarıma rağmen başka bir yere değil senin kapına geldim; benim günahım çok, ama senin merhametin daha çok! Beni afetmeden buradan ayrılmam ya Rabbi!” diye ni-yaz eden kulunu affetmez mi? İşte bu duygu ve düşüncelerle kişi –izdihama neden olmamak kaydıyla- Kâbe’de kendisini affettirmek için içtenlikle yalvarır, yakarır, gözyaşları döker. Şüphesiz böylesi içten bir yöneliş Yüce Allah tarafından kar-şılık görecektir. Rahman ve Rahim olan O ev sahibi Beyti ya-nındaki içten bir yönelişi boş çevirmeyecektir.
ALTINOLUK: KÂBE’NİN DAMINA KONULAN İLK OLUK
Altınoluk Kâbe’nin Rükn-i Şâmî ile Rükn-i Garbî denilen köşeleri arasındaki kuzeybatı duvarının üstünde ve bu duvarın ortasına gelecek şekilde yerleştirilmiştir. Böylece Kâbe damında biriken yağmur suları bu duvara bakan Hicr’e akmaktadır. Altınoluk’un ucunda, muhtemelen suyun aşağı doğru hafifçe akmasını sağlamak için yapılmış lihyetü’l-mîzâb (oluğun sakalı) veya zaknü’l-mîzâb (oluğun çenesi) denilen bir çıkıntı mevcuttur.
SEFA MERVE: Kur’an-ı Kerim’de Safa ve Merve’nin Allah’ın koyduğu sembollerden olduğu belirtilmekte, bu iki tepe arasında sa’y etmenin hac ve umre ibadetinin parçası olduğu vurgulanmaktadır (el-Bakara 2/158). Hz. ıbrahim oğlu ısmail ile Kabe’nin yapımını tamamladıktan sonra hacIa ilgili menasikin tamamını uygulamalı olarak onlara öğreten Cebrail, Safa ve Merve tepeleri arasında sa’y etmelerini de gösterdi. Hz. Hacer’in oğlu ısmail’e su bulmak için iki tepe arasında telaşla koşuşturmasının, tabi tutulduğu bu şiddetli imtihanı Allah’a olan güveni ve inancı uğruna sıkıntılara göğüs germesine bir ödül olarak başarmasının anısını canlandıran bu uygulama, Mekke’de putperestlik inancının yaygınlaşmasıyla terkedilmiş, ıslam’ın gelişiyle birlikte tekrar hac ve umrenin bir parçası olarak başlatılmıştır.
Hz. ıbrahim (a.s), Hz. Hacer’i oğlu Hz. ısmail, birlikte Allah Teâlâ’nın emrine uyarak, hiç kimsenin bulunmadığı, yiyecek ve içecek temin etmenin imkansız olduğu bir yer olan Mekke’ye getirip bırakmıştı. Yanlarında az bir miktar hurma ile bir testi su vardı. ıbrahim (a.s), oradan ayrıldıktan bir zaman sonra çocuk susuzluktan ayaklarını yere vurarak ağlamaya başlayınca, yanındaki su tükenmiş olan Hz. Hacer; su bulunan bir yeri görebilmek umuduyla Safa tepesine çıktı. Etrafa göz attı; fakat, hiç bir şey göremedi. Bunun üzerine karşı tarafta bulunan Merve tepesine doğru gitti. Merve tepesine çıkıp etrafa bakındı; ancak yine bir şey göremedi.
O zaman, bu iki tepe arasında bulunan ve Kudayd denilen yer oldukça çukurdu. Hz. Hacer buraya indiği zaman oğlu ısmail’i bıraktığı yerde görmesi mümkün olmuyordu. Bunun için, bu çukura geldiğinde burayı hızlı adımlarla geçiyordu. Bu gidip gelmeler yedi defa tekrarlanmıştı. Merve tepesinden çocuğunun yanına döndüğünde, onun ayaklarının dibinden su kaynadığını gördü ve onun akıp gitmesini önlemek için etrafını çevreledi (Endelûsî, a.g.e., 1219; ıbn Cerîr et-Taberî, Tarih, Beyrut 1967, I, 257-258; Ayrıca bk. Zemzem mad.).
Fecr Hac Umre Seyahati
2024 yılında Tekirdağ’da kurulan Fecr, Hac ve Umre organizasyonlarında uzmanlaşmış dinamik bir firmadır.